31 Temmuz 2015 Cuma

İfadeleri öğren, Kelimeleri değil

French Together isimli sitenin kurucusu olan çocuk (!) böyle söylüyor.

That’s why I advise you to always learn sentences, not words.

Cümleleri öğrenmek, kelime ezberlemekten daha kalıcı hafıza için. Site çok hoşuma gitti. Biraz inceledikten sonra siteyi kesinlikle çok motive edici bulduğumu itiraf etmeliyim. Bundan sebep, çoğumuzun kafasında yer bulan sorulara cevap vermiş olmasından. Bunu da arkadaşın (Benjamin HUOY) eğitimine verelim (Linguistics) yani adam bu işin ilmini okumuş aga. İşte satır başları;

  • Kendi sözlüğünüzde bile açınca bilmediğin tonla kelime varken nasıl yabancı bir dilin tüm kelimelerini öğrenmeyi beklersin. 
  • Kelime değil ifade olarak çalışın ifadeleri görün. Çünkü ifadeler kelimelerden daha kalıcıdır. 
  • Burada ben de hep arkadaşlarıma anlattığım örneği yineleyebilirim. İngilizce öğrenicileri için; Misafirin geldiğinde ''Buyurun, hoşgeldiniz, nerelerdeydiniz, gözümüz yollarda kaldı, oturun lütfen, istirahat edin vs. gibi güzel ifadelerimizin çevirisi hem zihni meşgul eder, hem karşıda karşılık bulmaz. Buna mukabil misafirin geldiğinde takılmadan bir ''Welcome, have a sit'' diyebilirsen eyvallah bitti bu iş.Yani sen have, (almak), (ne almak) a sit (bir koltuk almak) vs. zihnini yorma. Direkt ifade olarak al.
Makalenin tamamına şuradan bakabilirsiniz. Aslından Fransızca için yazılmış ama fark etmez. Genel olarak dil öğrenimi konusunda merak edilenler var.
Bu arada yabancı dil öğrenirken internet bazlı memrise, duolingo, lingualeo gibi sitelerin de içeriklerinden bahsetmemek olmaz. Kesinlikle faydalılar. Her biri farklı altyapılara sahipler.

'Bir Darbenin Anatomisi'nin Anatomisi

Bir darbenin anatomisi, değerli tarihçi Yılmaz Öztuna'nın zannederim kendisine şöhret kazandıran ve ulusal belki de uluslararası camia da adından en çok söz ettiren kitabı. Yıllar var ki bu kitapla ilgili hep tavsiyeler aldım. Hep alıntılar gördüm dipnotlarda. Lakin okumak bugüne kısmetmiş. Böyle bir kitabı adına ve konusuna yakışır bir yerden almalı dedim ve 2011'de beyoğlu sahaflar festivalinden al(mış)dım. Hem de ikinci baskısını. Bulabilsem ilk baskısını alırdım. Ha bugün ha yarın derken nihayet klavyenin başında kitabın naçizane anatomisini çıkarıyorum.  Her zaman yaptığım gibi yine yazarla başlamak niyetindeydim. Yani Yılmaz ÖZTUNA ile ilgili küçük bir kısım. Lakin rahmetliye (ö.2012) küçük bir kısım vermek, hatta arada geçiştirmek bile haksızlık olur dedim ve kendisi ile alakalı ayrıca bir yazı yazmaya karar verdim.
Sultan Abdüllaziz Han Hz.

Şimdi nedir hocam bu darbe derseniiiiz? Bu darbe; Mayıs 1876 'da önce bir padişahın hal edilmesi üç gün sonrasında şehit edilmesi temelinde, darbenin öncesi ahval ve sonrasında gelişen karşı ataklar ki efsanevi Çerkes Hasan olayı da desek olur, ve yıldız sorgusunu içine alan olaylar dizisidir.

Yukarıda da bahsettiğim üzere kitap önce darbe öncesi ahvalden bahseder ve anbean darbeyi aktarır. Hüseyin Avni Paşa isimli şahıs ve avanesi padişahı hal eyler ve 3 gün geçtikten sonra da şehit ederler. 2 hafta sonra Şehit sultan Abdülaziz Han'ın bir kayın biraderi hem kendini yetiştiren bu velinimetine , hem bir müslüman olarak halifesine, hem bir Osmanlı olarak padişahına, hem de akrabalık bağı olarak eniştesine yapılan bu zulmü kaldıramaz. Milyonlarca Osmanlı'nın düşündüğünü eyleme döker ve ''davranma serasker!'' diyerek malum şahısları deyim yerindeyse gebertir. Yüreklere su serper. Ardından da milyon hayır-dua alarak efsanevi nam bırakır aleme.

Kitaptan ilgi çeken kısımlar;

  • 2. Mahmud kesinlikle gözümde ayrı bir değer buldu bu kitap sayesinde. Halbuki kitap 2. Mahmud'dan bahsetmiyor bile, sadece yeri gelince kıyas maksatlı bilgi veriyor.
  • Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa,Keçecizade Fuat Paşa ve Ahmet Cevdet Paşa gibi bir takım zevatın da ne kadar kudretli olduklarını mükemmel şekilde ortaya koyuyor.
  • Bu kitapla kesin olarak hep hissedegeldiğimiz yüce osmanlı ecdadımız hak ettikleri yeri bir kez daha dolduruyor ve gözümüzde yerlerini bir kez daha kamaştırıyorlar. Yani kitabın dili çok hoş demek isterim.
  • Kaht-ı Rical : Yetişmiş adam kıtlığı demek olduğunu öğrendik.
  • Sultan Abdülhamid han'ın adalet prensibinin de ''Ceza şahsidir'' şeklinde olduğunu öğrendik. Yani cezayı sadece mücrim çekiyordu. Çoluk çocuğunun rızkı ile oynanmıyordu. Zira halife adil olmaya mecburdu.
  • Tabi herşeyi de kabul edemem. Misal kitabın bir noktasında konuyla alakalı da olmadığı halde  Sultan Abdülmecid'in kadın ve içkiye düşkün olduğunu ve bu düşkünlüğü sebebiyle de 40 yaşını bulamadığını söyler. Hatta bu sebepten de veremden öldü der. Lakin bu mümkün değildir. Bunu kesin olarak kabul edemem.
  • II. Abdülhamit han Hz. Çerkes Hasan beyin asıldığı dut ağacını kökünden söktürmüş ve kendisine güzel bir mezar yaptırarak mezartaşına da şu şekilde yazdırmıştır.

'' Genç yaşında veliyyünimeti uğrunda fiday-ı can iden methum ve mağfurun leh Çerkes Hasan Bey'in ruhu içün Fatiha''


  • İlginçtir; İhtilalciler de padişahı hal ederken padişaha ''millet adına'' demektedirler, Çerkes Hasan bey de savunmasında ''şahsım için değil millet için yaptım'' demiştir. Lakin millet sadece Çerkes Hasan beyi kabul eder. Hatta bütün millet tarafından onaylanır.
  • Kılma ehl-i zulme talim-i maarif zinhar..'' (Fuzuli)
  • Neyse Çerkes Hasan geldi de hepimizin askeri şerefini kurtardı. (Eski kapdan-ı Derya Hacı Vesim Paşa)
  • Midhat paşa ile ilgili çok şey söylenebilirse de fazla uzatmamak daha iyidir. Sadece bosna eyaletinde yaptığı bir icraatı anlatalım. Hristiyanların isyanını durdurmak için Ay yıldızlı Türk bayrağı yanına Haç ilave ettirmiş ve bu şekilde de kullandırmıştır. Lakin bu kobra etkisi yapmış (cobra effect) ve bu sefer müslümanlar bundan müteessir olmuşlardır.
  • Çırağan vakası denilen olay; düşma orduları sarayın dolayısıyla merkezin bir kaç km. ötesine kadar gelip karargah kurmuşken Ali Suavi isimli zat etrafına aldığı bir grup çapulcu ile ihtilal yapmaya kalkmasıdır. Neyse ki Çorum'lu Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa eline geçirdiği bir sopa ile kafasını yarmış ve son vermiştir. (Hasan Paşa o sopayı ölene kadar başucuna asmıştır.)
  • ...Fakat halifelik emperyalizmin karşısındaki en büyük düşmandı.
  • mektepler olmasaydı şu maarifi ne güzel idare ederdim( haşim paşa)
  • Ahmet cevdet paşa ile ilgili olarak ;'' Şahsiyeti ve ahlakı bakımından nüfuz edilemez ve devlat menfaati aleyhine herhangi bir harekete sevk edilemez mizaçta olduğu..''
  • Kadınlar idam edilmezmiş. Sandala konup marmara açıklarından kementle boğulup, ayağına taş bağlanarak denize atılırlarmış.
  • Avam kamarasında İngiliz milletvekilleri  Mithat paşaya verilen idam cezasını konuşuyorken, (kaçırmayı bile düşünürken) kendileri de İrlanda'da insanları doğruyorlar, Hindistan'da salgın hastalıktan yüz binlerce kişi ölüyordu. (Bu ne perhiz ...)
Hasılı üstadım kitap hakikaten gerçek bir eser niteliğinde. Bu kadar zaman neden okumadım bilmiyorum. Daha özel olan bir kısım daha var ki şu sıralar meclisten, mahalle kahvelerine kadar herkesin kafasında soru işareti oluşturuyor. Meclis ve yönetim üzerine bir derlemeyi de şurada bulabilirsiniz.  Esasen yeni fetvaya ihtiyaç yok. Eskiler o kadar şümullü ki, baksan kafi.

Meclisler-Başkanlık-Yönetim üzerine

Meclis. Oturulan yer. Bugünkü anladığımız manada bir milletin milli menfaatlerinin tartışıldığı ve herkesin aynı milli hislerle oturduğu alan. Burada milletin vekilleri mümessili oldukları bölgelerin (ırkların değil) sorunlarını ortaya döker ve aciliyetlerini dile getirir. Uygun çözümler sunar ve işleri asan ider.

Pekala eğer bu oturanlar gerçekten üzerinde yaşanılan coğrafyanın sorunlarıyla değil de kendi ırklarının yahut inanışlarının sorunlarıyla ilgilenirler ve canhıraş bir şekilde bunun için çalışırlarsa ne olur? Sanırım bunun için müneccimbaşıyı yormaya hacet yok 100 küsur yıl önce ne olmuşsa o olur. Bakalım ne olmuş.

Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı Açılış Merasimi
Birinci meşrutiyetle ikinci meşrutiyet arasında 30 yıl vardır. Bu 30 yılda hukuken meşrutiyet var olsa da fiilen yoktur. Aslında padişahın meclisi süresiz tatil etmesi (ilk meclis-i mebusan feshi) o dönemin toplumsal gerçeklerine uygun olmamasına bağlıyor tarihçiler. Ve 2. Abdülhamit'in en hayırlı hizmeti olarak görüyorlar. Çünkü millet tam bir mozaik halinde. Eğer her bölgeden bir temsilci gelecek olursa meclis kavimler bağçesine dönecek. Hatta dönmüş.

Birinci meşrutiyetin ilk parlamentosunda anadili Türkçe olan vekiller azınlıktır. Müzakerelerde sadece; Rum, Bulgar, Ermeni, Yahudi, Romen, Makedon, Sırp, Maruni gibi gayr-i Müslimler değil, Müslüman vekiller de garip isteklerde bulunmuşlardır. Bu isteklerde bulunanlar da en az bir yabancı devleti arkalarına almayı ve çok defa da para kabul etmeyi unutmamışlardır. Kendi dillerinin de resmi dil olmasını istemekten tutun da, otonom yönetim hatta bağımsızlık bile..hatta Yunanistan'a Teselya Girit gibi bazı yerler verilse ne çıkar bile denmiştir bu konuşmalarda.. tabi tecrübesizlik de var serde. Bu vaziyette iken devlet 30 yıl muhafaza edilmiş ve 2. meşrutiyetle de zaten 10 yılda dağılmıştır.

Esasen burada Prens Bismarck'ın  bir sözünü almak elzemdir. Der ki;

- Bir devlet  millet-i vahideden mürekkeb olmadıkça parlamentosunun faideden ziyade mazarratı olur. 




İşte bu cümle bile yeterlidir sanırız.

Şimdi soralım bakalım bizi meclisimizde oturanlara durum nedir aga. Çeşitlilik, renklilik iyidir diyenlere, realite ortada deriz. Bir daha tecrübe etmeye gerek yok. Allah muhafaza. Hal-i hazırda cennet-mekan da ortada yok zaten. (ortada yok demişken Feylesof şiirinde ''Sultanım sen gavs-ı ekbersin, Ahiretten bile himmet eylersin'' mısralarını da hatırlamış olalım.)

Bu arada ikinci meclis açılırken bir beste de yapılmış, Ve bu beste de jöntürklere ve bir kısım zevata övgüler düzülmekte. Şuradaki linkten takip edebilirsiniz. Sözleri de var.

7 Temmuz 2015 Salı

Fatih'in Şinasi'si vs. Harbiye'nin Macit'i

Fatih-Harbiye. Peyami SAFA'nın en eski kitaplarından biri. Bir roman. 1930'lardan beri yaklaşık 20 baskı yapmış. Oldukça bilinen ve tahminen milyonların okuduğu bir kitap.(Arkadaşlarımıza verdiğimiz ödünç kitaplar ve kütüphanelerdeki rakamlara bakarak yapılan tahmin) Şimdilerde (2013) bir televizyon dizisi de var. Bu üzerinde oldukça çalışıldığını ve toplum tarafından kabul edilip içselleştirildiğini de gösterir.

Peyami SAFA'nın benim gözümdeki değeri ise politik görüşlerinden bağımsız olarak, bireysel gelişimidir. Hatırlayabildiğim kadarıyla Peyami SAFA tam olarak kendi kendini yetiştirmek kelimesinin karşılığıdır. Hayatı acılarla dolu olmasına rağmen yılmamış. Yetiştiği dönem bir imparatorluğun, yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik bir vatanın ufala ufala küçük bir alana sıkıştırılması, savaşlar, göçler hastalıklar ve yeni dünyanın kapısında bir dönemdir. Bu sebeple gözlem yapmak için oldukça bol vakti olmuş olmalı. Bunlardan bir çoğunu romanlarında da görürüz.
Peyami Safa
                                                                 
Bu kitabı da salt bir roman olmaktan çok öte bir dönemin tahlilini barındırmakta. Fatih gibi o zamanın tam anlamıyla şark-türk-islam kelimelerinden müteşekkil bir semt ve onun kaldırımlarında büyüyen havasını soluyan çocukları, onun nesli. Karşısında ise İstanbul'da yaşayan gayri müslim tebanın özellikle rağbet edegeldiği pera, taksim. Avrupai adetler, bir elde mendil bir elde baston tek göz monokl gözlükler ağızdan iki de bir düşen Monşer kelimeleri (monchere-dostum,azizim). İyice etüd etmeden hazır lokma gibi kabul edilen ve alınıverilen batı adetleri.

     Herkes kendi mahallesinde olduğunda sorun yoktur. Hatta osmanlı ecdadımız sırf adetleri ve yaşayışları sebebiyle ecnebi devletlerinin büyükelçilik binalarını hep köprünün diğer tarafına aldırmış Eminönü'nden beride sadece İran sefaretine (mezhebi batıl da olsa) izin vermiştir. Bu sebeple diğer tarafa da nazikane bir ifadeyle pera (karşı) demiştir. Bu halen böyledir. Mimari de bile kendini gösterir. Fatih evlerindeki İslami zerafete karşın Beyoğlu'nun evlerinde daha belirgin Avrupai hava vardır. Her iki kesimde de o yöreye uygun olmayan ev görmek neredeyse imkansızdır.

 Bütün mesele gezinti maksadıyla Fatih ahalisinin körpe çocuklarının köprünün diğer tarafına geçmesiyle başlar. Kitap der ki kadınlar renk değiştikçe heyecanlanırlar. Yani renk ve şekiller. Onlara kanarlar. Halihazırda insan bilmediğine karşı bir çekicilik de duyuyor.

Şinasi Fatihin üç aslını; çaldığı kemençe, ağır hareketleri, derin bakışları, tevazusu ve asaleti, duruşu, susuşuyla temsil ederken; Macit havai hareketleri boş, sabırsız ve iştahlı, dinamik davranışlarıyla kendi değerlerini temsil eder. Her iki tarafta da diğerine doğru bir meyil yoktur. Ama neriman öyle mi??

Temel tez neriman'ın kendini oluşturan değerlerin renksiz ve silikliğinden sıkılmış olması ve bunları değiştirmek için, bunlardan kurtulmak! için macite S.O.S vermesi üzerine kurulu. Bu sebeple o huzurlu evlerinden, çaldığı uddan ve muhtemel kocası Şinasi'den sıyrılmak ister. Neyse ki Rus teyzenin anlattığı hikaye ile kendine gelir de olay tatlıya bağlanır.

Bu romanın karakterleri o dönem gençliğinin hemen hemen tam ve sağlam bir teşhisi sayılabilir. Kendini oluşturan değerleri (dinamikleri) göremeyip, anlayamayıp, karşısındakileri direkt kabul ediş.

''Madem İslamiyet, Osmanlı ecdadımız vs. teraneleri çok iyi o halde neden şimdi neden müslüman ülkeleri fakir ve ezilmiş de Avrupa devletleri zengin müreffeh?? ''

Bu cümle çoğumuz için yabancı değildir. Otobüste, kahvede, sınıfta, hep duyarız. Peki ya cevabı ??
Hadi onun da cevabını İskilipli Atıf Hocanın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserinden okuyalım;

''İslam dininin medeniyetin faydalı taraflarını irşat ettiği ve İslam medeniyetince vaktiyle pek harika eserler vücuda getirdiği haldeki zamanımızdaki müslümanların bu yüce faziletlerden mahrumiyetlerine sebep nedir diye sorulursa cevap olarak deriz ki: Mahrum kaldıkları sair hususlarda oldukları gibi buna da sebep dinin faydalı emirleri iktizasından (gereğinden) bulunan çalışıp kazanmaya tevessül etmemeleridir. İslam dininin ileri sürdüğü yüce faydalardan istifade ancak hekimane emir ve hükümlerine imtisal ve muktezası ile amel etmeye mütevakkıftır. Şu halde islamiyet iddiasında bulunanların dini kaideleri yalnız evrak ve kitaplarda hıfz etmeleri hiçbir fayda temin etmeyeceği gibi diyanetin iktizası üzere bedeni sinir ve azalarını tahrik etmedikçe sırf itikat ile istenen maddi ve manevi faydalar meydana gelemez.''


Not: Bu yazı Peyami SAFA'nın Fatih-Harbiye adlı kitabının okunması ardından bu blogun sahibi tarafından kaleme alınmış bir denemedir. Kimseyi bağlamadığı gibi aynı adlı televizyon dizisi ile de alakası yoktur.

                                                   

2 Temmuz 2015 Perşembe

Arkadaşlık Adabı


Arkadaşlık hukukunun birçok adabı vardır. Nitekim Peygamber efendimiz (sav);’’ İki dost, iki el gibidir, birbirlerini yıkarlar (pak ederler).’’ buyurmuştur. Bir gün Rasülullah efendimiz (sav) sahabeleriyle birlikte ağaçlığa girer ve erak ağacından biri eğri diğeri düz iki misvak keser. Eğrisini kendine bırakır da düzgün olanı arkadaşına verir. O sahabi: ‘’Bu düz misvak size yakışır’’ deyince Peygamber efendimiz (sav);
‘’Eğer misvakları sen bulup kesmiş olsaydın düzgün olanı bana vermen fazilet sayılırdı. Çünkü arkadaşlık eden iki kişiden arkadaşına en şefkatli olan Allah katında en makbul olur.’’ buyurdular.
Arkadaşlara karşı dikkat edilecek hususlar,
  • ·         İhtiyaç anında yardımına koşmalı,
  • ·         Arkadaşının sırrını gizlemeli
  • ·         Ayıp ve kusurlarını örtmeli,
  • ·         Hoşuna giden adıyla çağırmalı,
  • ·         Gerektiği takdirde iyilik ve yumuşaklıkla nasihat etmeli
  • ·         Arkadaşı hakkında gıybet edildiğinde hakkını korumalı
  • ·         Kusurlarını affetmeli
  • ·         Arkadaşının sağlığında ve ölümünde her namazdan sonra ona dua etmeli,
  • ·         Sevinç ve kederinde ortak olmalı
  • ·         Ayakta karşılamalı, güler yüzle selamını almalı, ona yer vermeli,
  • ·         Arkadaşının ve çocuklarının halini sormalı,
  • ·         Kalktığında onu kapıya kadar yolcu etmelidir

Hulasa kişi kendisine karşı yapılmasını istediği muameleyi arkadaşına da yapmalı ki sadakatini göstersin. Çünkü kendisine istediğini, dostu için istemeyenin dostluğundan hayır yoktur.
  • ·         Arkadaşının vefatından sonra ailesiyle, çocuklarıyla ve sevdiği akrabalarıyla alakayı kesmeyip görüşmeli vefalı olmalıdır.


(13 Nisan 2015 tarihli Fazilet Takvimi'nden)

Ah efendim nerede şimdi bu arkadaşlıklar. Şimdi insanlar ..... olmuş her şey menfaat etrafında dönüyor dediğinizi duyar gibiyim. Merak etmeyin yalnız değilsiniz. O karşınızdaki aynı şekilde düşünüyor. Hatta yanınızdaki, arkanızdaki, önünüzdeki de öyle. Hadis-i Şerife dikkat edilirse birbirini yıkayan iki el gibidir buyuruluyor. Yani bir eli yıkayan fırça gibi değil. İki el hem yıkar, hem yıkanır. Sanırım sıkıntının kaynağı emek olmadan yemek isteğinde. Önce fedakarlık sonra beklenti. Sevgi de böyle, arkadaşlık da. 

Peki her yerde karşımıza çıkan bu abileri ne etmeli. Hani şu hep kendileri dürüst, diğerlerini üçkağıtçı olarak lanse eden abileri. Bence koca bir ayna alıp onlara;'' abi şunu bi tutar mısın? '' deyip tabanları yağlamalı. Konuşurken aynadaki yansımalarına takılırsa göz bebekleri belki diyorum hani...

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Raptiye Fıkra Yarışması - 2015

Yurtdışında bir eğitimdesiniz (staj, çalışma vs.) ve canınız memleketinizi fena halde özlemiş. Odanızda tek başına yazılacak raporlara, hazırlanacak sunumlara bakıyorsunuz. Yalnızlık had safada. Hele de bu ülke iskandinav ülkelerinden biriyse siz de sırf evde sırf ses olsun, konuşma olsun da yalnızlığımı bilinçaltı unutsun diye bilgisayardan film açayım demiş olabilirsiniz. İzlemek için değil. Sadece ses olsun. Sanki evde birileri var gibi. Sizi anlıyoruz. Çünkü biz de yaptık :)

İşte tam da böyle bir zamanda gördüm, insan ve hayat dergisi Raptiye Fıkra Yarışmasını. Ajandamda bir sayfa açtım ve bu yarışmaya bir şeyler hazırlamaya karar verdim. Hem bu sayede biraz farklı şeylere de kafa yormuş olmanın iyi olacağını düşündüm. Daha önce hiç yapmamıştım. Aklıma genelde komik anlamlardan çok komik sahneler geliyordu. Ama sadece komedi değil, bu bir hiciv unsuru içermeliydi. Dha da önemlisi kendi kendimizi hicvetmeliydik. Nasyonel olmalıydı. Bozulan değerler gibi, ulviyetini yitiren kurumlar gibi mesela.

 Bu şekilde aklıma geldikçe küçük post-itlere bir şeyler karaladım ve duvarıma yapıştırdım. Gel zaman git zaman bunları düzenledim ve Türkiye'ye dönünce gönderdim. Sonuç ne mi oldu?

Teveccühleri için tüm ilgililere teşekkür ederim. Hediyeleri tabi çeşitliydi. Fakat tam da benim yazdığım fıkra ve derginin misyonuyla örtüşen şeylerdi. Bu da ince bir düşünce ürünü olsa gerek. Benim gibi kitaplarını çok seven biri için farklı bir boyut oldu elektronik kitap okuyucu. 
Fıkram ne miydi? Bunu öğrenmek için İnsan ve Hayat dergisi Şubat sayısına bakabilirsiniz.
Ayrıca dergide her ay yukardıda ismi yazılan katılımcıların fıkraları da resmedilip yayınlanıyor. 

Katılmak mı istiyorsunuz? Siteyi takip edin. Bu yıl sizin fıkranızı okuyalım.



Bölgesel İnovasyon Yarışması Finali- 2015

OKA (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı)'nın düzenlemiş olduğu Bölgesel İnovasyon ve proje pazarı etkinliğinden bir kaç kare aşağıdaki gibi. TR83 bölgesindeki üniversite öğrencilerinin projelerinin yarıştığı etkinlikte finale kaldığımda duyduğum heyecanı etkinlik süresince tanıştığım  birbirinden değerli insanlar arttırdılar. Her ne kadar ilk 3'e giremesem de dereceye giren projeleri gördüğümde gerçekten adilane bir karar olduğunu fark ettim. Ve nerede eksiğim olduğunu görmemi sağladıkları için teşekkür ettim. Okulumuz öğrencilerinden bir projenin de özel-teşvik ödülü alması da ayrıca gurur verici oldu.

Finale Kalan Bütün Proje sahipleri, OKA Temsilcileri ve  Amasya Valisi

  Bu sırada ilginç durumlar da oluşmadı değil. Mesela sanırım 19 Mayıs Üniveritesinden 2 katılımcı (Ucuzmatik) isimli projeleriyle katıldılar. Biri elektronik biri bilgisayar mühendisliği okuyan ve daha lisans eğitimlerinin ilk yıllarında olan bu katılımcılar sanırım orta asyadan gelmişler ve Türkiye türkçesini yabancı dil olarak öğrenmişler. Ama buna rağmen gelip sunumlarını yaptılar. Bu bence çok ciddi bir girişimdir.Tebrikler.

Bir proje sahibine (Serigrafi Projesi) jüri soruyor ;
- Bu sistem ciddi bir yazılım altyapsıı da gerektirir. Becerebilecek misiniz?
-Ben kendime güveniyorum. Altından kalkabilirim. 
Bence bu cümle ekstra bir puanı hak eder. Tebrikler.

Birinci olan arkadaşlar. Kendilerini Tebrik ederim. 

Farklı görselleri şuradan bulabilirsiniz. Tabi sonuçları da vermek lazım burada.
Yarışma Sonuçları

Peki benim projem neydi?
Ben yine yenilenebilirlik ve anaerobik ortamlarla ilgilendim. Bu seferki çalışmamın adı ''Evsel atık Yoğunlaştırıcı'' (Household Waste Concentrator). Bu çalışmada kısaca lavabo altına takılacak bir aparat grubu ile lavabodan gidere devam eden kırıntıları topluyor, katı-sıvı ayımı yapıyor ve kaliteli organik kısmı alıyoruz. Bu çalışma için hazırladığım animasyonu ve görselleri aşağıda paylaştım. 

Evsel Atık Yoğunlaştırıcı

Ve tabi kendileriyle projelerimizi paylaştığımız ve değerli fikirlerini yönlendirmelerini bizimle paylaşan jüri üyelerimiz. Hepsiyle tanışmaktan ayrı ayrı onur duydum.