Fatih-Harbiye. Peyami SAFA'nın en eski kitaplarından biri. Bir roman. 1930'lardan beri yaklaşık 20 baskı yapmış. Oldukça bilinen ve tahminen milyonların okuduğu bir kitap.(Arkadaşlarımıza verdiğimiz ödünç kitaplar ve kütüphanelerdeki rakamlara bakarak yapılan tahmin) Şimdilerde (2013) bir televizyon dizisi de var. Bu üzerinde oldukça çalışıldığını ve toplum tarafından kabul edilip içselleştirildiğini de gösterir.
Peyami SAFA'nın benim gözümdeki değeri ise politik görüşlerinden bağımsız olarak, bireysel gelişimidir. Hatırlayabildiğim kadarıyla Peyami SAFA tam olarak kendi kendini yetiştirmek kelimesinin karşılığıdır. Hayatı acılarla dolu olmasına rağmen yılmamış. Yetiştiği dönem bir imparatorluğun, yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik bir vatanın ufala ufala küçük bir alana sıkıştırılması, savaşlar, göçler hastalıklar ve yeni dünyanın kapısında bir dönemdir. Bu sebeple gözlem yapmak için oldukça bol vakti olmuş olmalı. Bunlardan bir çoğunu romanlarında da görürüz.
|
Peyami Safa |
Bu kitabı da salt bir roman olmaktan çok öte bir dönemin tahlilini barındırmakta. Fatih gibi o zamanın tam anlamıyla şark-türk-islam kelimelerinden müteşekkil bir semt ve onun kaldırımlarında büyüyen havasını soluyan çocukları, onun nesli. Karşısında ise İstanbul'da yaşayan gayri müslim tebanın özellikle rağbet edegeldiği pera, taksim. Avrupai adetler, bir elde mendil bir elde baston tek göz monokl gözlükler ağızdan iki de bir düşen Monşer kelimeleri (monchere-dostum,azizim). İyice etüd etmeden hazır lokma gibi kabul edilen ve alınıverilen batı adetleri.
Herkes kendi mahallesinde olduğunda sorun yoktur. Hatta osmanlı ecdadımız sırf adetleri ve yaşayışları sebebiyle ecnebi devletlerinin büyükelçilik binalarını hep köprünün diğer tarafına aldırmış Eminönü'nden beride sadece İran sefaretine (mezhebi batıl da olsa) izin vermiştir. Bu sebeple diğer tarafa da nazikane bir ifadeyle pera (karşı) demiştir. Bu halen böyledir. Mimari de bile kendini gösterir. Fatih evlerindeki İslami zerafete karşın Beyoğlu'nun evlerinde daha belirgin Avrupai hava vardır. Her iki kesimde de o yöreye uygun olmayan ev görmek neredeyse imkansızdır.
Bütün mesele gezinti maksadıyla Fatih ahalisinin körpe çocuklarının köprünün diğer tarafına geçmesiyle başlar. Kitap der ki kadınlar renk değiştikçe heyecanlanırlar. Yani renk ve şekiller. Onlara kanarlar. Halihazırda insan bilmediğine karşı bir çekicilik de duyuyor.
Şinasi Fatihin üç aslını; çaldığı kemençe, ağır hareketleri, derin bakışları, tevazusu ve asaleti, duruşu, susuşuyla temsil ederken; Macit havai hareketleri boş, sabırsız ve iştahlı, dinamik davranışlarıyla kendi değerlerini temsil eder. Her iki tarafta da diğerine doğru bir meyil yoktur. Ama neriman öyle mi??
Temel tez neriman'ın kendini oluşturan değerlerin renksiz ve silikliğinden sıkılmış olması ve bunları değiştirmek için, bunlardan kurtulmak! için macite S.O.S vermesi üzerine kurulu. Bu sebeple o huzurlu evlerinden, çaldığı uddan ve muhtemel kocası Şinasi'den sıyrılmak ister. Neyse ki Rus teyzenin anlattığı hikaye ile kendine gelir de olay tatlıya bağlanır.
Bu romanın karakterleri o dönem gençliğinin hemen hemen tam ve sağlam bir teşhisi sayılabilir. Kendini oluşturan değerleri (dinamikleri) göremeyip, anlayamayıp, karşısındakileri direkt kabul ediş.
''Madem İslamiyet, Osmanlı ecdadımız vs. teraneleri çok iyi o halde neden şimdi neden müslüman ülkeleri fakir ve ezilmiş de Avrupa devletleri zengin müreffeh?? ''
Bu cümle çoğumuz için yabancı değildir. Otobüste, kahvede, sınıfta, hep duyarız. Peki ya cevabı ??
Hadi onun da cevabını İskilipli Atıf Hocanın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserinden okuyalım;
''İslam dininin medeniyetin faydalı taraflarını irşat ettiği ve İslam medeniyetince vaktiyle pek harika eserler vücuda getirdiği haldeki zamanımızdaki müslümanların bu yüce faziletlerden mahrumiyetlerine sebep nedir diye sorulursa cevap olarak deriz ki: Mahrum kaldıkları sair hususlarda oldukları gibi buna da sebep dinin faydalı emirleri iktizasından (gereğinden) bulunan çalışıp kazanmaya tevessül etmemeleridir. İslam dininin ileri sürdüğü yüce faydalardan istifade ancak hekimane emir ve hükümlerine imtisal ve muktezası ile amel etmeye mütevakkıftır. Şu halde islamiyet iddiasında bulunanların dini kaideleri yalnız evrak ve kitaplarda hıfz etmeleri hiçbir fayda temin etmeyeceği gibi diyanetin iktizası üzere bedeni sinir ve azalarını tahrik etmedikçe sırf itikat ile istenen maddi ve manevi faydalar meydana gelemez.''
Not: Bu yazı Peyami SAFA'nın Fatih-Harbiye adlı kitabının okunması ardından bu blogun sahibi tarafından kaleme alınmış bir denemedir. Kimseyi bağlamadığı gibi aynı adlı televizyon dizisi ile de alakası yoktur.